İnsanın bu belirlemeyi insan toplumu içinde insanlara karşı fakat insanlar için söylüyor olması tarihsel olarak neleri geride bırakarak, hangi barbarlıkları aşarak bugüne geldiğimize de işaret ediyor.
İnsan haklarının bugün bildiğimiz gerçek anlamına bürünebilmesi için yasallık bakımından yerine getirmesi gereken koşullar vardır.
Hegel’in “Hukuk Felsefesi’nde
Herkesin kendi kendisine yetmesi, “autarki” bize antik Yunandan kalan ve onların gurur anlayışına da işaret eden bir idealdir sadece. Aristoteles’e göre autarki de ancak toplum içinde elde edilebilecek bir haldir. Elbette herkes doğal olarak kendine yetebildiği kadar yetmeye çalışır. Bu, insanın onur duygusunun yaralanmaması için önemli bir koşuludur.
Fakat modernler, bir birey olarak insanın tek başına ancak diğerleri tarafından tamamlandığından hareket eder. Hegel’e göre insanın tek başınalığına dayalı kendi başınalığı, eş deyişle tek başınalığına dayalı özgürlüğü yarım bir özgürlüktür. İnsan, tek başınalığından kaynaklanan kendi başınalığını terk edip, söz konusu özgürlüğünü diğerleri dolayısıyla, diğer bir deyişle diğerlerini kapsayarak kendisine yeniden dönerek kendisini yeniden kurabildiği oranda tam bir özgürlük elde eder.
Doğal kuruluş bakımından ‘bir’ olan fakat gereksinimler bakımından yarım olan benliğimiz böylece tamamlanmış olur.Kaldı ki bedensel bakımdan birliğimiz de aslında diğer cins ile oluşturduğumuz özel ilişkiler dolayısıyla kendi tam tamlığına erişiyor.
Hegel’e göre insanlar basit karın doyurmanın ötesinde birçok başka kalıcı gereksinim geliştirmeleriyle kendilerine yasa koyma kapasitesi de elde ederler. Bu bakımdan yasaların kökeni insanların gereksinimleridir. Yasalar çerçevesinde önceden belirlenmiş karşılıklı gereksinimlerin giderilmesi düzenlenir ve teminat altına alınır. Bu nedenle Hegel’in karşılıklı ilişkiyi ifade etmek için kullandığı “Wechselbeziehung” sözcüğünü Türkçeye “bağlılaşım” olarak çevirmek çok daha doğru olacaktır.
Hegel’in yasaların kökenine ve işlevine ilişkin açıklamasını bu anlamda alırsak, hak kavramı, örneğin bir şeyin hak olarak tanımlanması, bana yalnızca diğerlerinden talep edebileceğim gereksinim nesnelerini garanti etmez. Bana diğerleri karşısında haklar tanıyan yasalar aynı zamanda beni diğerlerinin de aynı hakları gerçekleştirme konusunda yükümlü kılar. Zira yasa kabul edilen ve tanınan, bu bakımdan genel olan ve herkes tarafından bilinen ve istenen demektir her şeyden önce. Yasa bu koşulları yerine getirebildiği oranda geçerlilik kazanabilir, yani herkesin gözünde meşru olabilir ve sonunda da ‘nesnel gerçeklik’ kazanabilir.
Bunun için bu koşulları yerine getirebildiği oranda yasaların herkesi herkes ile eşitleyen ve herkesi aynı zamanda kendi pratiğinin öznesi kılan genel “Ben” olabilir. Nietzsche’nin tüm felsefi çabası modern toplumun yasalar çerçevesinde herkesi herkese eşitlemesine dair büyük tarihsel girişimini engellemek üzerine kuruludur. İşte, yasa Hegel’in belirttiği bu koşulları yerine getirebildiği oranda da özgürlük genelleşebilir; özgürlük, “özgürlüğün genelliği” olabilir.
Modern felsefe kendisini ta başından itibaren eşitlik ve özgürlük ilkesi üzerine kurmuştur. Hepsinin aynı şekilde karşı çıktığı kölelik kurumuna en etkin saldırıyı İngiliz filozof Thomas Hobbes
İnsan kavramının koşulsuz olarak herkesi, her bir insanı teker teker kapsaması için kölelik kurumunun ortadan kaldırılması gerekmektedir. Modern insan hakları kavrayışı bu bakış üzerinde kurulmuştur. Modern felsefenin doruk noktasını oluşturan Hegel, bu nedenle ‘insan, insan olduğu için insan olarak geçerlidir diyebilmiştir.
Hobbes, modern toplum ve devlet felsefesini temellendirirken ifade ettiği bu düşüncesi ile Helenist dönemin filozofla
Düşünce ve felsefe tarihinde 19. yüzyıl, modern insan haklarının eleştirisine ve yeni bir aşamaya taşınmasına tanıklık edecektir.